Zamanı geri alabilir miyiz? Ya da dünyaya bir defa daha gelme şansını yakalayabilir miyiz? Eğer böyle bir şansım olsaydı, ben zamanda ileriye değil de geriye gitmek isterdim. Çünkü biliyorum ki bir defaya mahsus geldiğimiz bu fani dünya, bizi zamanla yarışmaya mecbur bırakıyor. Ancak ben, aklımın ve ruhumun istediği hayatı yaşamak yerine, onun zıttını yaşadığımı fark ediyorum. Bu yüzden, verilen fırsatları doğru değerlendiremediğimi düşünüyor ve pişmanlık hissine kapılıyorum. Peki, benim gibi bu duygular içinde olmayan kaç kişi kaldık şu üç günlük dünyada? “Üç günlük dünya” diyorum; çünkü hepimiz daracık bir alanda zamanla yarışır gibi koşuşturuyoruz. Dönüp dolaşıp aynı yerlere kaç defa varıyoruz, kim bilir? Artık mesafeler bile kalktı. Teknolojinin hızla gelişmesiyle gelecek, acaba başka neleri ortadan kaldıracak? Bu durum, beni bir nehir metaforuna götürüyor. Biz, hızla akan bir nehrin akışına kapılmış gibiyiz. Önümüzden anın fırsatları, güzellikleri akıp gidiyor ama istediğimiz yerde duramıyoruz. Çünkü her şeye vakit ayırmamız gerektiği düşüncesine kapılıyoruz. Yoksa herkesten geri kalırız, değil mi? Bu hız ve koşuşturma içinde hiçbir şeyi tamamlayamadan akıntı, bizi en sonunda biriktiği yere bırakıyor. Kendimizle birlikte biriktirdiklerimiz de birikinti halinde suyun içinde çırpınıp duruyor. Bu birikintide boğulmak üzereyiz. Kurtulmak istiyoruz ama nasıl? Anı yaşamak yerine akıntıya kapılıyoruz, akıntının bizi nereye götürdüğünü dahi bilmeden. İşte bu, hepimizi çaresiz kılıyor. Mucizeler gelsin diye beklemek nedir, biliyor musunuz? Bence asıl mucize, içinde bulunduğumuz kötü durumun farkında olmak. Kendi akışımızı yeniden şekillendirmek belki de elimizde. Hayatın hızını durduramayız, ama onun bizi tamamen ele geçirmesine de izin vermemeliyiz. Belki de akıntıya kapılmadan kendi yönümüzü bulmayı öğrenmeliyiz. Yazar: Pergelli Melike Keskin